Erol Akyavaş – Retrospektif
29 Mayıs – 25 Ağustos 2013
İstanbul Modern
İstanbul Modern, sanatçının yarım yüzyıllık sanatsal birikiminden bir seçki sunuyor
Erol Akyavaş – Retrospektif
İstanbul Modern, “Erol Akyavaş- Retrospektif” sergisiyle sanatçının 1950’li yıllarda başlayan ve 1990’lı yılların sonuna uzanan yarım yüzyıllık sanatsal birikiminden kapsamlı bir seçki sunuyor.
Ilona Akyavaş himayesinde ve Finansbank’ın katkılarıyla 29 Mayıs – 25 Ağustos 2013 tarihleri arasında İstanbul Modern Süreli Sergiler Salonu’nda yer alacak sergi, 290 yapıttan oluşan bir seçkiyi içeriyor. Sergi, Erol Akyavaş’ın Doğu-Batı sanat ve kültür dünyası arasında kurduğu kendine özgü sentezi, tuval üzerindeki zaman içinde dönüşüm geçiren perspektif ve mimari düzenlemelerini, insan figürünü merkez aldığı bilinçaltı arayışlarını ve son döneminde dünyanın farklı kültürleri ile giriştiği hesaplaşmaları geniş bir çeşitlilik içinde bir araya getiriyor.
1932 yılında İstanbul’da doğan Erol Akyavaş, Güzel Sanatlar Akademisi Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyesinde misafir öğrenci olarak resim eğitimi görür ve bu atölyenin sergilerine katılır. Floransa Güzel Sanatlar Akademisi’nde yaz dönemi çalışmalarına katılır. Paris’te André Lhote ve Fernand Léger atölyelerinde çalışır. 1954 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne estetik ve sanat felsefesi okumak için gider. 1954-60 yılları arasında, Chicago kentinde mimarlık eğitimi görür, dönemin öncü mimarlarından olan Mies Van Der Rohe’dan mimarlık eğitimi alır. Amerika’da bir dönem fotoğrafçılık da yapar, ancak ne fotoğrafçılık ne de mimarlık Akyavaş’ın aradığı sanatsal tatmini sağlar. Resim sanatına geri döner ve vefat ettiği 1999 yılına kadar resmin sanatsal sınırlarını aşan bir üslupla sayısız imge ve anlam üretir.
1950’li yılların sonlarında gerçekleştirdiği aile ve MoMA koleksiyonunda yer alan erken dönem çalışmaları, kaligrafik yazının sembolik bir öğe olarak taşist renk anlayışı ile ilişkilendiği lirik arayışlardır. 1959’da çalışmalarında Doğu imgelerini kullanmaya başlar, 1960’lardaki çalışmalarında ise soyut ve figüratif öğeler öne çıkar. Resimlerindeki bu etkileşim, toplumsal bellek ve kültürel birikime dair temaları bir araya getirir. Varoluşçu felsefenin izlerini taşıyan resimlerinde, iki büyük tabu olarak din ve cinselliği, aykırı unsurlar değil, bireyi kuşatan metaforlar olarak kullanır
1950-1960 arasında organik soyutun çeşitliliği içinde kendine özgü bir anlatım dili arar. 1950’li yılların başında akademikleşmiş bir kalıpla üretilen post-kübist tarzda uyguladığı küçük boyutlu resimlerinin yanısıra İslam geleneğine, tasavvufa ve Doğu sanatlarına duyduğu ilgiden doğan bir sentez arayışı içindedir. 1960’larda çalışmalarındaki soyut ve figüratif öğeler öne çıkar. Mimari imgeleri resimlerinin her döneminde kullanır. Erol Akyavaş için mimari, somut bir mekandan öte, varlığın yaşamsal ve kültürel bir üretim alanının temsilidir.
“Padişahların Zaferi” (1959) bir uluslararası müzenin daimi koleksiyonuna eklenen ilk yapıtıdır. Böylece 1961 yılında, henüz 29 yaşındayken New York’taki Modern Sanat Müzesi’nin (MoMA) koleksiyonuna giren ilk Türk sanatçı olur.
Erol Akyavaş için labirentin çocukluğundan beri devam eden bir cazibesi vardır. Görünenin ardındakini aramak ve bir belirsizlik içine girmek, iç dünyanın gelişebileceği bir alandır. 60’ların ilk yarısında estetik bir unsur olarak kadın bedenini, 80’lerden itibaren ise yazıyı resimlerinde kullanır.
İsimsiz, 1960 çalışmasıyla 1970’li yılların sonlarında labirenti andıran, metafizik göndermeleri olan geometrik yüzeyler belirir resimlerinde. Labirent, hem form hem de kavram olarak çalışmalarına yerleşmiş ve zaman içinde çeşitlenmiştir. 1970’li yılların başındaki labirentler kıvrımlıdır, içe dönük mimarı hatlardır. 1980’li yıllarda Akyavaş çoğunlukla, önceki yıllarda ürettiği çalışmaları yeni düzenlemelerle ele alır. 1970’li yıllardaki kuşbakışı manzaralar, tuğla yapılar, kaleler ve labirenti andıran formlarıyla, 1960’lı yılların tanımlanması güç amorf figürlerini, işçiliği daha ince detaylı olan soyut bir üslupla bir araya getirir, fotoğraf üzerine desenler çalışır.
“Kimya-i Saadet”, “Hallac-ı Mansur” ve “Miraçname” gibi tarihin büyük hikayelerini konu edindiği çalışmalarında, hat sanatını, özellikle Vav harfini, Kabe’yi, eski dini kitaplardan alınma ve evrensel anlamlar taşıyan şema ve sembolleri kullanır. Batı ile Doğu’yu kendine ait mimari, resimsel ve imgesel öğelerle birleştirir. Resimlerinde dönemsel olarak ele alınan kavramlar devinim ve dönüşüm içindedir. 1990’larda resimlerinde sembolizm, bireyin uzamsal bağlamda konumunu ve biricikliğini lirik bir anlatımla ortaya koyar, varoluş sorununu, mekansız ve zamansız, soyut bir tinselliğe dönüşmüş imgelerle anlatır.
Basın Toplantısı
Sergiyle ilgili basın toplantısına Erol Akyavaş’ın eşi Ilona Akyavaş, İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı, Finansbank Özel Bankacılıktan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Tunç Erdal, İstanbul Modern Şef Küratörü ve sergi küratörü Levent Çalıkoğlu katıldılar.
İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı, Doğu sanatının mistik ve tasavvufi yönüyle Batı sanatının soyutlama arayışını birleştiren Erol Akyavaş’ın, görünen gerçekliğin ardındakini aradığına değindi: “Çocukluğundan beri sonsuz bir merakla araştırdığı tasavvufla, ‘içinde bir şeyler yakalayabilme heyecanıyla’, kültürel birikimi, çok yönlülüğü, duyguları, sezgileri, düşleriyle tarihsel bağlantılar kuran, nakkaş gibi, mücevher ustası gibi incelikli bir çalışma yöntemiyle çeşitli teknik ve içeriklerle yeni biçimler yaratan Akyavaş, geleneksel simge ve imgelerle dünya görüşünü, inancını, estetiğini yansıttı. Mimarlığından ve fotoğrafçılığından beslenen, çok yönlü çalışmalarını dinsel ve tarihsel öykülerden yola çıktığı çalışmalar izledi, geçmişi günümüze kaydırarak, imgelemi yeniden kurgulayıp güncelledi. Çalışmalarında geçmiş ve gelecek, açıklık ve gizlilik, sonsuzluk ve ölümlülük, bilinç ve niyet gibi ikilemler bulunan Akyavaş, geleneğin, vazgeçilmez değerlerini yeniden üretmeyi amaçladı.”
Hem Doğulu hem Batılı olmanın yarattığı ikilemle, kendi geleneği, İslam sanatı ve kültürü ile Batı sanatı, kültürü ve düşüncesi arasında özgün bir sentez yaratan Erol Akyavaş’ın, 40 yılı aşkın süredir ürettiği yapıtlardan oluşan heyecan verici serüvenini izleme olanağı sağlayan bir sergi gerçekleştirdikleri için mutluluk duyduklarını belirten Oya Eczacıbaşı, “Ilona Akyavaş ve ailesinin himayesinde gerçekleştirilen bu sergi, şu ana kadar düzenlediğimiz retrospektifler içinde ayrıcalıklı bir yere sahip. Öncelikle serginin hazırlanmasına büyük bir titizlik ve özenle yardımcı olan Ilona Akyavaş’a içtenlikle teşekkür ediyorum. Ayrıca serginin gerçekleşmesindeki katkılarından dolayı Finansbank’a teşekkür ediyorum” dedi.
Toplumsal kalkınmanın, sadece ekonomik büyüme ile değil, kültür, sanat, spor gibi beşeri değerlerle de olacağına dikkat çeken Finansbank Özel Bankacılıktan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Tunç Erdal, “Bankamız bu bağlamda sanata ve sanatçıya kuruluşundan bu yana verdiği önem ve desteği sürdürecektir. 20. yılımızda Erol Akyavaş retrospektif kitabını sanatseverler ile buluşturmuştuk. Şimdi de Doğu ve Batı kültürlerini, insan odaklı bir sembolizmle ve kendine özgü sanat diliyle eserlerine yansıtan büyük usta Erol Akyavaş’ın retrospektif sergisine destek vermekten mutluyuz. Bu sergide sanatçının Bankamız koleksiyonunda yer alan Fihi Ma Fih adlı üç parçadan oluşan bir eserinin de yer alacak olması, bizler için ayrı bir gurur ve mutluluk kaynağıdır” dedi.
İstanbul Modern Şef Küratörü ve sergi küratörü Levent Çalıkoğlu, Erol Akyavaş’ın hayalleri, korkuları, cinselliği, inancı ile yaşayan bir varlık olduğunu, sanatın merkezinde aslında kendisi olduğunu gösterdiğini belirtti: “Tüm görsel, sembolik, kutsal, dışavurumcu referanslarına karşılık Akyavaş’ın sanatı, üreticisinin nefes aldığı zaman dilimi içersinde tecrübe ettiği aşklarını, heyecanlarını, mutluluklarını, korkularını, zaaflarını, sevgi ve dostluklarını temsil ediyor. İnsan olmak için katedilen yolculuğu, öncesi ve sonrasındaki dünyanın gizemlerini ve nefes almak için verdiğimiz emeği görselleştiriyor .”
Levent Çalıkoğlu, Erol Akyavaş’ın zengin bir anlatı ve inanç geleneği içinden geçen derin ve farklı bir görsel dünya kurguladığını vurgulayarak, sanatçıyı çağdaşlarından ayıran bu “öte dünya arayışı”nın merkezinde varoluşsal bir aşk, bilinmeyene karşı duyulan sonsuz bir merak ve ait hissettiği kutsalı sanata dönüştürme arzusu olduğunu ifade etti. Çalıkoğlu, yepyeni bir yaklaşımla kendine özgü bir sentez oluşturan Erol Akyavaş’ın büyük bir iştah ve heyecanla kendinden önce resim sanatının dışarıda tuttuğuna inandığı “yeni bir dünyayı” kişisel çalışma alanı olarak kabul ettiğini söyledi: “Onun sentezinin ana aksı Batılı anlamda bir resmin sınırlarıyla düşünmek değil, Doğu’nun gizemli ve daha önce görselleştirilmemiş bilgi ve kültürüyle hesaplaşmaktır. Doğu coğrafyasının kendisini minyatür yüzeylerinde dışavuran dünya ve perspektif algısını, insan ve tanrı arasındaki karmaşık bağı, menkıbelerin kimi zaman şiirsel ve hüzünlü kimi zaman da hayal gücünü kışkırtan zengin anlatılarını, kutsal Kabe’nin karanlık dikdörtgenini benzersiz bir görsel yaratıcılıkla sanatına davet eder.”
DÖNEMLER
1950’ler
Liseden mezun olduktan sonra, 1950’li yılların başındaki resimsel anlayışını hem Doğu’dan hem de Batı’dan beslenen bir tutumla inşaa eder. 1952 yılında yaptığı post-kübist eğilimli resimlerinde, Batı’daki resim sanatının güncel arayışları görülür. Yaşamı boyunca derinleştireceği İslam ve Doğu sanatına duyduğu ilgi ise taş baskı çalışmalarında belirgindir. Resim üretiminde kompozisyon, renk ve biçim ahengi oluşturma ve görünenin ardındakine ulaşma çabası içindedir. 1950’li yıllarda mutasavvıf Yunus Emre’nin şiirlerine atıfla yaptığı baskılardaki kompozisyon ve anlam arayışı, ilerleyen yıllarda belirecek kaligrafik kaynaklı uygulamalar, figüratif soyutlamaların ve resim yüzeyini çeşitli parçalara bölünmüş bir bütün olarak algılama çabasının habercisi olur. 1954 yılında ABD’ye giderek mimarlık eğitimi alır, ancak resim yapmayı hiçbir zaman bırakmaz ve bu alandaki soluksuz üretimini yaşamı boyunca sürdürür.
1960’lar
1960-62 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri’nde geçen dönemde mimar ve tasarımcı Eero Saarinen ile yaptığı çalışmaların ardından, mimarlığı tamamen bırakıp sanatsal üretime ağırlık verir ancak mimari imgeleri resimlerinin her döneminde kullanır. Kullandığı malzemelere 1960’lı yıllarda hayvan kemiklerini ve deniz kabuklarını da ekler. Her iki malzeme renk alanlarıyla birlikte soyut bir insan kafasına ya da bir insan bedenine dönüşür. 1960’ların ortasına denk gelen “Kadınlar”, “Odalar” ve “Kerhane” isimli çalışmaları ise, kadın bedenini, tutkuları ve cinselliği analiz eden resimlerdir, insan bedenini ve âlemini en olağan haliyle resmetme çabasını yansıtır.
1960’ların ortasında gerçekleştirdiği “Anılar” başlıklı çalışmalarıyla Akyavaş, bilinçaltına işaret eden imgeleriyle sürralizme referans verir. “Anılar, yaşamın gizemli ve görülmeyen tarafına dair ilgisini belirgin hale getirir. Bu resimler sürrealizmin etkilerini taşıyan, bilinçaltından çekilmiş anlatı ve imgelerin izlerini taşıyan, rastlantısal kompozisyonlardır. Kendi çektiği ya da tarih veya popüler güncel dergilerden kopardığı fotoğrafları bilinçaltının rahatsız edici görselliğiyle buluşturur.
Göreme’de yaptığı bölgenin coğrafi dokusunu yansıtan, peyzaj resmi üslubunun sınırlarını genişleten çalışmalar, Akyavaş’ın soyutlamacı yaklaşımının örnekleridir. Amorf formlar, soyut renk alanları ve tarih öncesi duvar resimlerindeki ilkel ifadelerle çeşitlenen bu resimler, bölgenin peyzaj niteliğinden çok, resim yüzeyinde yaratmaya çabaladığı şaşırtıcı kompozisyon algısını merkez alır.
1965-1967 yılları arasında, Club Med’in sahibi Gilbert Trigano’nun teklifi üzerine bıraktığı mesleğine geri döner ve üç yıl kadar mimar olarak çalışır. Foça’ya ve Agadir’e (Fas) gider.
1970’ler
1968 yılında ABD’ye geri döner. 1970’lerde başladığı “İkonlar” serisi, Akyavaş’ın 1960’larda cinsellik üzerinden incelemeye açtığı sembol ve temsil geleneğini sürdürür. Resim yüzeyinde yine 1960’lardan taşıdığı kolaj tekniği fark edilir. Farklı kaynaklardan alınmış surat, nesne ve şekillerle yarattığı kompozisyonlar tuval üzerine yapıştırılmıştır. Tüm yüzeyi kaplayan farklı renk ve boyutlardaki sayısız boncuk ve renkli taş, Akyavaş’ın 70’lerle başlayan süslemeci tutumuna örnektir.
1970’lerde “Duvarlar” ve “Köşeler” isimli serilerini gerçekleştirir, kuş bakışı manzaralar ve tuğlalardan oluşan kaleleri resmeder. 1980’li yılların başında yoğunlaşacağı kale, barınak, sur imgeleri ve mimari şehir planları, 1970’li yılların başında “Dost Kentler” isimli serisinde ilk kez karşımıza çıkar. Mermi ve atlı askerler gibi parçalardan kolajlar taşıyan resimler,kentteki bir ayaklanmadan bellekte kalan görüntüleri andırır. Kale ve şato gibi Ortaçağ’ın mimarlık dünyasına, kuşbakışı veya bir kesit gibi sunulan sur duvarlarına, Haçlı Seferleri’ni anımsatan şövalye dizilişlerine yine bilinçaltı dünyasının yansımalarıyla cevap verir sanatçı.
1960’larda amorf bir figür olarak resmettiği insan bedenini, 70’lere gelindiğinde soyut bir halde, basit hatlarla biçimlendirir. Bu yıllarda, sanatçının çalışmalarında labirenti andıran biçimler ortaya çıkar. Labirentlerin hatları 1970’li yılların başında kıvrımlıyken, 70’lerin sonuna doğru keskin ve geometrik bir hal alır. 1970’li yılların başındaki labirentler kıvrımlıdır, içe dönük mimarı hatlardır. 70’lerin sonuna doğru keskin hatlı yerleşik fizik kurallarını zorlayan geometrik formlara dönüşür. Piramidin gölgesini daire, kürenin gölgesini piramit ve sivri konilerin gölgesini oval biçimlendirir. İç içe geçmiş katmanlar yerleşik perspektif algısını bozar ve kuşbakışıyla düz görünürler.
Akyavaş gölgelerle ve ışığın resim yüzeyindeki etkisiyle şaşırtıcı algı oyunları yaratır, kuş bakışı yeni perspektifler sunar. Yoğun bir desen uygulamasının görüldüğü “Kafalar” serisinde çizginin tekrarıyla meydana gelen figürler, yaratık ve demon başlarını çağrıştıran yalnız, kesik kafalar görülür. Suratlarına geçirilmiş kancalar ve iplerle yönetilen, anlaşılması güç hikayelerin anlatıcılarını oluştururlar.
1979 ve 80’li yıllarda kimi örnekte birbirine bakan, çoğunlukla da tek başına tuvalin sağından veya solundan fırlayan kesik kafalar üretir. Etin kemikle, dişlerin deriyle yer değiştirdiği bu kafalar tuhaf, gerilimli bir atmosfer hissettirir.
1980’ler
Erol Akyavaş, 1981 yılından itibaren Köln katedrali fotoğraflarının üzerine gerçekleştirilen müdahalelerle ortaya çıkan, amorf karakterli, tanımsız anlatılardan oluşan “Köln Katedrali Çeşitlemeleri” başlıklı bir dizi çalışma yapar. Kendi çektiği fotoğrafların üzerine uyguladığı teknikle, belli belirsiz mekanlar, geçmişten gelen hayali yaratıklar, tanımsız bedenler desenlemekle kalmaz, yüzey üzerinde gerilimli, amorf formlar da oluşturur. Çalışmalardaki ince işçilik, 1970 ortalarında beliren labirentlerin kıvrımlı hatlarını ve 1970 sonlarındaki “Kafalar” serisini andırır.
Aynı dönemde “Zaman Herşeyi Siler” ve “De Mortuis Nil Nisi Bonum” serilerine başlar. Bu seriler bir sonraki yıl gerçekleştireceği büyük boy tuval çalışmalarına yön verir. “De Mortuis Nil Nisi Bonum” ifadesi, Latincede “ölenin arkasından kötü konuşulmaz” anlamına gelir.
Bu çalışmalardaki en belirgin imgeler, boynundan zincirle bağlı köpek başlarıyla kopuk insan parmaklarıdır. Tuğla kaleler, kuşbakışı peyzajlar ve kolajlanmış minyatürlerden oluşan resimlerin yüzeyi dikdörtgenlerle bölünmüştür. Bu resimlerde “Kaleler” ve kuşbakışı peyzajlar gibi önceki çalışmaların izleri vardır.
1981 yılında başlayan “Zaman Her Şeyi Siler” çalışmaları ise tarihi şimdiki zamana taşır. Kopuk kollara ve parmaklara eklenen, röntgen görüntülerini andıran insan uzuvları belirir. İnsan bedeni, röntgende görünen katmanıyla yeni bir boyut kazanır. Akyavaş, en büyük tuvallerini 1982 yılında üretir. Bu çalışmalar kuşbakışı perspektiften resmedilmiş, tuğla duvarlı büyük kaleler ve surlardan oluşur. Alçıdan yapılma kopmuş parmakların, kulakların ve dişlerin tuval yüzeyine yapıştırıldığı çalışmalar ise, tarihin ölümle akrabalığını anımsatır.1970 ortalarında boncuk, kemik, metal gibi malzemelerle kutsal bir obje ya da tılsımlı bir yüzey gibi tasarladığı ve “İkonlar” adını verdiği dizisinde, bir mücevher ustası gibi incelikli bir çalışma yöntemine başvurur, en küçüğü avuç içi kadar, en büyüğü ise eni 50 cm’i geçmeyecek büyüklükte olan hayranlık verici imgeler kurgular.
“Cinler” isimli resimlerinde ise, “İkonlar” serisinde bizi yoklayan hikaye kahramanları tekrar çıkar karşımıza. Mehmed Siyah Kalem’in kağıt ve ipek rulolar üzerine icra ettiği resimlerini anımsatan çalışmalar, Akyavaş’ın çok kısa bir süre sonra resimlerinde yer alacak kopmuş parmakların, kolların ve ellerin habercisidir.
1982’de aralarında “Kalenin Düşüşü” ve “Zaferin İhtişamı” isimli yapıtların da olduğu büyük ebatlı geometrik çalışmaları arka arkaya bu dönemde üretir.
1980’lerden sonra “Kerbela”, “Miraçname”, “Hallac-ı Mansur” gibi dizileriyle İslam dini ve tarihindeki önemli olayları ve kişileri konu alır. 1983’te dinsel ve tarihsel öykülerden yaptığı ilk çalışmaları içeren “Kerbela” serisini, 1984’te Gazali’nin kitabından etkilendiği “Kimya-ı Saadet” serisi izler. 1984’te “Labirent Projesi” adıyla da anılan “Miraçname” maketini gerçekleştirir. Miraç maketi sanatçının çizdiği, tasarladığı, farklı mekanlar ve durumlar için düşünülmüş dört ayrı enstalasyon eskizinden oluşur.
Aynı yıllarda gerçekleştirdiği “Hallac-ı Mansur” ve ilerleyen yıllarda Aya İrini’nin hikayesine atıfla tasarladığı “Fihi Ma Fih” gibi çalışmalarını tarihin büyük anlatıları üzerine kurar, geçmişi yaşadığımız güne kaydırarak bu hikayeleri bugünün irdelemeleriyle güncel kılar.
1987’de, “Geleneksel Yapılarda Çağdaş Sanat” isimli 1. İstanbul Bienali’ne “Hallac-ı Mansur” serisindeki resimleri ve “Enel Hak” çalışmasıyla katılır. Hallac-ı Mansur’un öykülerinden ve felsefesinden etkilenir ve aynı isimde bir seri gerçekleştirir. Önceki yıllarda beliren kırmızı damlalar, trajik yaşam öyküsüyle hikayeleşen “Hallac-ı Mansur” yapıtlarına, suratlarındaki kırmızı el lekeleriyle bezenen ölmüş ikon görüntülerine veya tuğla kale resimlerindeki kopmuş parmaklara zemin oluşturur. 1960’lı yılların ortalarından itibaren sanatçının resimlerinde zaman zaman ortaya çıkan sürrealizm etkileri, ilişkisizliğin anlatıldığı düzlemlerde belirir.
1987 yılında başlayan “Hallac-ı Mansur” serisi, tasavvuf düşüncesini benimsemiş mistik yazar ve şair Hallac-ı Mansur’dan ismini alır. Kaligrafik formlar ve dini kitaplardan alınma işaretlerle yeni bir biçim ve anlam örgüsü yaratır. Hem tuval hem de kağıt üzerine gerçekleştirilen serideki çalışmaların merkezinde Allah’ı temsil eden “Vav” harfi vardır. Eski yazıya ve dini sembollere 1970’lerden bu yana Akyavaş’ın resimlerinde beliren renk kütleleri eşlik eder. Bunlar, daire, kare ve dikdörtgen gibi temel formlara bürünmüşlerdir.
1989’da ilk örneklerini verdiği “Kabe” serisiyle birlikte Akyavaş yeniden soyuta yönelir. “Ferman” serisinde, minyatürlerden ve dini kitaplardan alınarak kolajlanan görüntüleri biraraya getirir. Bu çalışmalara çeşitli işaretleri kazıyarak yerleştirir. Kazıma tekniği sanatçının 1990’lardaki birçok yapıtının yüzeyinde belirir.
Akyavaş, 1987 yılında Paris’te Michel Cassé atölyesinde Miraç hadisesini konu edinen bir taşbaskı dizisi gerçekleştirir. “Yükseğe çıkma” anlamına gelen Miraç, Hz. Muhammed’in gök katına yükselişi olarak yorumlanır. Akyavaş bu hikayeyi sekiz ayrı yüzeyde, farklı kurgularla görselleştirir.
1989’da, Geleneksel Çevrede Çağdaş Sanat başlıklı 2. İstanbul Bienali kapsamında gerçekleştirdiği, Aya İrini’nin tarihine gönderme yaptığı “Fihi Ma Fih” isimli çalışmasında pleksiglas levhaların üzerine kazıdığı semboller, tek tanrılı üç dini temsil eder. Akyavaş, bu sembolleri tek bir mekanda yanyana getirerek dini ve kültürel birliğe ve beraberliğe işaret eder. Bu üç tabletin karşısında duran dördüncü tabletse, üzerindeki Allah yazılarıyla, Tasavvuf inancına göre Tanrı’nın varlığında eriyerek öze ulaşmayı, tanrısal hakikate Tanrı aşkıyla varmayı düşündürür. Çalışma adını Mevlana Celaleddin Rumi’nin “Fihi Ma Fih”, yani “İçindeki İçindedir” eserinden alır. Öze ulaşma meselesine gönderme yaparken “İçindeki İçindedir” sözüne bir ışık ve yüzey kazandırır.
1990’lar
Erol Akyavaş 90’lı yıllarda geniş resim yüzeylerini kazıyarak çalışmalar yapar. O güne kadar resim yüzeyine taşıdığı her imge ve işareti bir araya getirip yeniden yorumlar, resim yüzeyini parçalara böler, minyatür resimleri ve dini kaynaklı kitaplardan toplanan görüntüleri tuval üzerine sıvanan boyanın altında gömülü bırakır. Çalışmalarında kullandığı salt renk kütleleri, 1950’li yılların başında gerçekleştirdiği yapıtlarını andırır. Yalın bir imge, desen ve renk kullanımı vardır. Akyavaş, 90’larda soyuta dönük indirgemeci üslubunu daha da derinleştirir.Resimlerindeki varoluş sorununu, mekansız ve zamansız, soyut bir tinselliğe dönüşmüş imgelerle anlatır.
Akyavaş, 1990’lı yıllarda yaptığı çalışmaların bir bölümünde figüratif resimlerini sürdürür. 1993 yılında, baskı sonrasında yapıtlara çeşitli yazı ve imge yerleştirdiğidijital baskı dizisinde, kağıt üzerinde toprak kalıntısını andıran gibi tortulaşmış boyayla ürettiği ikonik figürlere, kitaplardan alınmış sayfalar ve minyatür resimlerinden kolajlar eşlik eder. Bosna Savaşı’nı konu alan iki farklı baskı, ikonik figürler etrafında kurgulanan çalışmalara istisna oluşturur. Oyıllarda Bosna-Hersek’te devam eden savaşa tepkisiz kalınması Akyavaş’ı bu konuda üretmeye yönlendirir. “Bosna’daki Etnik Temizliğe Ağıt” isimli, ölü bir kadın bedenini merkez alan bir seri gerçekleştirir. Akyavaş bu kez, savaş mağduru olarak gösterilen bir kadın bedenini ikon olarak gösterir ve kompozisyonun merkezine yalnızca bu figürü yerleştirir. Kompozisyonu, hiçbir yazı veya işaretle müdahale ederek değiştirmez, çağdaş bir yıkım hikayesiyle insanın yok edici yönüne dikkat çeker. Rusya Kültür Bakanlığı’nın ve Leningrad Valisi’nin özel davetlisi olarak Rusya’ya gider. Bosna-Hersek sürecine dikkat çeken, St. Petersburg’daki Beloselsky-Belozersky Sarayı’nda sergilenmek üzere, “Utanıyorum O Halde Varım” isimli bir sergi projesi sunar. Sergilenmesi kabul edilen proje ertesi gün personel sıkıntısı bahanesiyle iptal edilir.
Sergi etkinlikleri
“Erol Akyavaş-Retrospektif” sergisi boyunca İstanbul Modern’de sergiye paralel eğitim programları düzenleniyor. İstanbul Modern Eğitim Bölümü, Eğitim Sponsoru Garanti Bankası’nın katkılarıyla çocuklar, gençler ve aileler için “Sanat Labirenti” başlıklı özel bir program tasarladı.
İstanbul Modern Kütüphane’de, Erol Akyavaş’a ve sanatına yönelik yayınlar yer alıyor.
İstanbul Modern Mağaza’da, sergi kataloğunun yanı sıra sanatçının çalışmalarından esinlenen hediyelik eşyalar bulunuyor.
Sanat Labirenti
Erol Akyavaş Retrospektif sergisine paralel olarak hazırlanan, çocuklar, gençler ve ailelere yönelik “Sanat Labirenti” adlı özel bir eğitim programında çocuklar, gençler ve aileler hem Erol Akyavaş’ın yapıtlarını uzman eşliğinde gerçekleştirilen özel sergi gezisinde tanıyor hem de onun izinden giderek sanat atölyelerinde üretimler yapıyorlar.
Pazartesi günleri hariç hafta içi her gün okul gruplarına hafta sonları ise çocuklara, gençlere ve ailelere yönelik düzenlenen programa katılım ücretsiz.
Foto-Çizgiler
5-7 Yaş / 8-10 Yaş
Fotoğraf ve resim sanatı arasındaki benzerliklerin ve farklılıkların ele alındığı atölye çalışması bu iki sanat formunu Erol Akyavaş’ın çalışmalarından esinlenerek buluşturmayı amaçlıyor. Çocuklar sanatçının mimari yapı görüntülerinin üzerine yaptığı çizimlerden oluşan sanat çalışmalarını değerlendirerek programa başlıyorlar. Uzman eşliğinde sergi gezisinin ardından atölyede onlar için hazırlanan fotoğraflar üzerine çizimler ve boyamalar yaparak sanat çalışmalarını tamamlıyorlar. Böylece, farklı sanat formlarını birlikte kullanarak sanatsal becerilerini geliştiriyorlar.
Sürprizlerle Dolu Labirentler
8-10 Yaş /11-13 Yaş
Minyatür sanatını, hat sanatını ve çağdaş sanatı buluşturan programda çocuklar sanatçı Erol Akyavaş gibi labirentler tasarlıyorlar. Kolaj, boyama ve kaligrafik çalışmalarıyla Akyavaş’ın bulutlarını, duvarlarını ve yazılarını çözümlemeye çalışıyorlar. Böylece, sanatçının imgelerle dolu sanat yaşamını yakından tanıma ve onun esin kaynaklarından hareketle kendi çalışmalarını yaratma olanağı buluyorlar.
Şüpheci Geometri
3-5 Yaş Grubu Çocuklar ve Aileler
Bu üç aşamaları etkinlikte aileler geometrik şekillerle görsel düzenlemeler oluşturuyorlar. Programın ilk adımında etkinlik için özel olarak üretilmiş geometrik objelerin tanımlanıyor ve bu objelerin farklı ışık kaynaklarıyla nasıl göründükleri ve gölgeleri değerlendiriliyor. İkinci aşamada geometrik şekillerde kesilmiş renkli kartonlar tepegözle yansıtılarak kompozisyon denemeleri yapılıyor. Etkinliğin üçüncü ve son aşamasında ise yapışkan geometrik şekilleri bir resim çalışmasında bir araya getiren aileler, bu şekillere olağandışı gölgeler çizerek sanat çalışmalarını tamamlıyorlar. Böylece Erol Akyavaş sergisini ailece gezdiklerinde sanatçının çalışmalarında yer alan geometrik biçimleri, bu biçimleri nasıl gölgelendirdiğini ve kompozisyonunda nasıl ele aldığını atölye çalışmasında kazandıkları deneyimle değerlendirme fırsatı yakalıyorlar.
Aile Fermanım
6-10 Yaş Grubu Çocuklar ve Aileleri
Programda çocuklar, aileleriyle birlikte Erol Akyavaş’ın izinden giderek yazılı ve görsel kültürün değerli unsurlarından biri olan fermanlardan esinlenerek aile fermanlarını oluşturuyorlar. Çocuk Hakları Bildirgesi’nden okunan parçaları tartışıyor, kişisel özgürlük alanlarını ve beklentilerini dile getiriyorlar. Etkinliğin başlangıcında gerçekleştirilen bu kısa söyleşi, tarihten ferman örneklerinin incelenmesiyle devam ediyor. Ardından çocuklar ve aileleri hak ve özgürlüklerini ifade edecekleri fermenlar hazırlıyorlar. Program Akyavaş’ın sergide yer alan “Ferman” çalışmalarının müze uzmanı eşliğinde incelenmesi ile tamamlanıyor.