dünyanın görüldüğü yer // 4 Nisan – 3 Mayıs 2013 // Fevzi Karakoç // ARTE İstanbul

dünyanın görüldüğü yer
4 Nisan – 3 Mayıs 2013 
Fevzi Karakoç
ARTE İstanbul



Açılış: 4 Nisan 2013 Saat: 18.00 – 20.00

ARTE istanbul: Kumbaracı yokuşu, tercüman çıkmazı 16/1 beyoğlu/istanbul Tel: 212 292 80 45
Fevzi Karakoç’un resimle olan uğraşısı boyunca, resimlerinde, yaşamış olduğu bölgeden edindiği kültürel kalıntıların tortularının ipuçlarına rastlanır. Bu etkilenmeleri çok belirgin olarak kullanmak istemez ama resmine baktığımız zaman bu izleri hissederiz. Karakoç resimleriyle bir olayı veya öyküyü anlatmaya çalışmaz aksine bundan özellikle kaçınır. Onun resminin temelinde doğu resminin uzay-mekan olgusu olmayan, insanların ve nesnelerin üst üste sıralandığı, öndekiyle arkadakinin aynı mesafede olduğu, düz yüzeyler üzerinde boyanın türükleri ve boya hamurunun oluşturduğu espasların yanında aynı nesnelerin farklı resimlerde farklı anlamlar yüklendikleri gözlemlenir. Derinlik hissini ışık gölge ile elde eder. Temelde yok oluşlar sanatçıyı gizemli hüzünleri resmin alt katmanlarına gömmeye götürür. Daha önceki eserlerinde kullandığı atlar göçebeliği, kültürün taşınmasını ve dostluğu sorguluyordu ancak atın yerini motorlu araçların alması atları yaşamımızın daimi bir parçası olmaktan çıkardı. Şimdi meyveler ve sebzeler de aynı şekilde başka bir yokoluşun serüvenini yaşamaktalar. Fevzi Karakoç çağdaş, avangart olmak için belli formülleri benimseyip kullanmak yerine, kendi değerlerimizden de çıkışlar yapılabileceğine inanarak çalışmalarını sürdürüyor. O resmin kendi başına bir anlatım olduğuna inanır. Resim, hiçbir düşünce veya izme hizmet etmemelidir; resim kendi kuralları ve sorunları ile vardır. 
Kaya Özsezgin Fevzi Karakoç için şöyle diyor: “Fevzi Karakoç’ un geleneksel tasvirlerdeki konu ve mekan ilişkisini kavramaya yönlendiren bakış açısı , yeni resimlerinde de varlığını sürdürüyor. Eski atlı figürlerinin boşlukta dört nala koşmaları gibi, meyve nesnelerini de konu alan yeni resimlerinde de soyut bir espas, bu nesneleri salt “kendileri” olmaktan koparmakta, onları kendi içinde yüzer-gezer düzeye getirmektedir. Doğu dünyasına özgü tasvirciliğin pentürle yorumlanması olarak tanımlayabileceğimiz bir yaklaşım, kavram ressamlığının yolunu genişletecek ve özgün bir çizgi getirecek değer ayrımlarını içermekten de uzak değil. Mekanın reddini amaçlayan, ama aynı zamanda mekan kavramına gönderme yapmayı da ihmal etmeyen böyle bir sanatçı yorumu ilginç olduğu kadar kendi tür yapısını sorgulama bilincini de gündeme getirmektedir. Karakoç, böylece kendini aktarmacı bir üslup özentisinden uzak tutmaya çalışıyor. ” 
Sergide, Fevzi Karakoç’un senelerden beri resminde çok başarıyla kullandığı yağlıboya, özgünbaskılar (gravür, ağaçbaskı, litografi) ve suluboya olarak üç ayrı teknikle ürettiği yapıtları yer alacak. Farklı teknikleri kullanması sanatçının anlatım dilini de ayrıcalıklı kılıyor. 
Karakoç, sergide yer alan resimlerindeki figürlerin, daha önceki eserlerinin aksine izleyiciyi öyküye çağırma görevini üstlenmediğini belirtiyor. Figürler, artık izleyiciyi resmin iç anlamıyla yüzleştiriyor. Motifleşen figürler, bu özellikleriyle birlikte, izleyicinin de kendi iç dünyasına dönmesine neden oluyor ve içe dönme ile yüz yüze kalan kişinin kendini sorgulamasına da kapılar açıyor. 
Fevzi Karakoç’un resimlerinde başından bu yana var olan insanlar, duruş ve hareketleriyle bizim insanlarımız. Ancak onlar herhangi somut bir tipin, yöresel bir olayın öyküsünü anlatmak için değil, evrensel insan kavramına ve her insanın değerli bir varlık olduğuna dikkati çekmek için resme giriyorlar. Çizgi, şekil ve renklerin öğesel dilini zorlamadan resimdeki yerlerini koruyan insanlar ve diğer canlılar… Sanatçının son tablolarında insan ve at figürlerinin görsel dinamiğe katkıları daha da artmış, resmin şekil ve renklerine doğallığı aşan öğesel bir hareket kazandırmışlardır.
Araştırmalarını yıllar boyu düşünsel bir temel üzerine oturtmaya çalışan Karakoç’un son resimlerinde figürsel hareket ve fırça hareketlerinin karşısında düz durağan zeminlerle yer yer selvilerin, kayalıkların ve tepelerin yer aldığı İstanbul ve Anadolu’nun renklerini taşıyan doğa manzaraları bir denge oluşturmaya çalışıyor. Genelde, figürler önceki resimlerinden tanıdık; fakat biraz daha soyutlanmış ve olaydan uzaklaşıp resmin görsel bir elemanı haline gelmiş.
Sanatçı,devamlı taze kalmanın ve resmin gizem dolu etki alanına kendini kaptırmanın sonucu, çalışmalarında devamlı bir arayış içinde. Bu arayışlardan en önemlisi olarak da ışığa ilişkin olanı vurgulayabiliriz. Çünkü ışığın kaynağının değişmesi ile sanatçının figürün inşasına ilişkin alışkanlıkları, belki de zaafları ortadan kalkıyor. Böylelikle yeni ışık arayışı artık figürü aydınlatmadığı için, figür hem bir gölge gibi sessizdir, hem de çağrışım derinliği yüklenmiştir.
Fevzi Karakoç’un resim serüvenini takip eden sanatseverler bu sergiyi izlerken çağdaş, avangart olmak için belli formülleri kullanmak yerine, kendi değerlerimizden çıkışlar yaparak da evrensel olunabileceğine inanan kararlı bir sanatçının eserlerine güvenlerini tazeleyecek.
Kullandığı kültürel figürlerle izleyiciyi ilk başta Anadolu’ya götürürken, eserler biraz daha incelendiğinde, resimden çıkmak istercesine sunulan figürlerin gizemli anlamları olduğu fark ediliyor. Sanatçının eserlerinde görülen atlar, bir kültürün somut biçimleri olarak öne çıkıyor ve izleyicinin kendisini bozkır sıcağının altında, canlanmış ve gerçekliğe bürünmüş bir destanın en yakın tanığı gibi hissetmesine neden oluyor. Yine Karakoç’un eserlerinde görmeye alışkın olduğumuz narlar, biberler ve elmalar en canlı en parlak renkleriyle sunulurken, bu kez de Anadolu’nun ılıman havası ve neşeli coğrafyasını yansıtıyor. 
Karakoç; eserlerine ilk bakıldığında izleyicide somut hisler uyandırsa da, bu hisler tam anlamıyla kendi hislerini aktarmıyor. Sanatçı, eserlerinde; figürlerin kendileriyle değil, sunuş ve kompozisyon içinde kullanış biçimleriyle kendini ifade ediyor. Resim sınırlarının dışına çıkmak isteyen her figür, sanatçının izleyiciyle kurduğu bağı temsil ediyor.